Her şeye ulaşabilir olmak, insanı yalnızlığa itiyor. Özellikle gelişen ülkerlerde kendini daha çok belli eden yalnızlık hissinde, genetik ve çevresel faktörler önemli rol oynuyor.
Batı toplumları endüstrileşmeyle birlikte ‘narsist çağı’nı yaşıyor. Aynı zamanda bu dönem, yalnızlığın neredeyse salgın olarak yayıldığı ‘yalnızlık çağı’ olarak da adlandırılıyor. Maddi olarak zenginleşen, kaynakları gün geçtikçe artan ülkelerde insanların giderek yalnızlaştığı ve izole olduğu dikkat çekiyor.
Yalnızlık öznel bir deneyim
Her birey yalnızlığını kendine göre yaşıyor. Bu bağlamda yalnızlığın tanımı da kişiden kişiye değişiyor. Yalnızlık terimini ilk kullanan Freud, 1939 yılında yazdığı makalesinde kişinin yalnızlık deneyimi yaşamasının içsel psişik yapısını tamamıyla değiştirebileceğini vurguluyor. Carl Gustav Jung’a göre yalnızlık, çevrede insan olmaması değil, kişinin önemsediği şeyleri başkalarına ulaştıramaması ya da başkalarının olanaksız bulduğu bazı görüşlere sahip olduğunda hissedilen duygu.
Diğer tanımlarıysa şöyle; kişinin var olan ilişkileri ve olmasını istediği ilişkiler arasındaki uyumsuzluk, buna bağlı hoşnutsuzluk. Kişide ait olamama duygusu ve azalmış sosyal destek. Paylaşımın olamaması, yaşanan deneyimden farklı bir deneyime özlem; diğerlerine ihtiyaç duymaya rağmen yalnız olma, boşluk ya da için boş olması hissi.
12-18 yaş arası ergenlerde akranları tarafından dışlanan ve şiddete maruz kalanların yalnızlık hissinde artma, madde kullanımına yönelme, intihar eğiliminin 23 kat yükseldiği görülüyor. Yetişkinlerdeyse taşınma, göç, iş değiştirme, cinsiyet, ırk, dini inançlar nedeniyle ayrımcılığa uğrama, dil bilmeme, hastalık nedeniyle izole olmak yalnızlık duygusunu besliyor. Bazen sorunlu insanlarla bir arada yaşamak da diğer insanlardan uzaklaşmaya yol açıyor. Amerika da yaşlılarda yalnızlık oranının yaklaşık yüzde 17 olduğu, evlenmemiş, sağlık sorunları olan, eğitimsiz, işlevsel bozukluğa sahip ve ekonomik sorunlar yasayan yaşlılarda bu hissin daha yoğun olduğu biliniyor.”